27 Aralık 2016 Salı

Sevginin Dili ve Çeşitleri


Hepimizin dilinde bir sevgi sözcüğüdür gidiyor, çocuğumuzu seviyoruz, karımızı ya da kocamızı seviyoruz, arkadaşlarımızı seviyoruz, herkes de bizi çok çok çok sevsin istiyoruz. Gerçekte de böylemi bu acaba evde en yakınlarımızın kocamızın, çocuğumuzun, en sevdiğimiz arkadaşımızın sevgi dilini biliyor muyuz? Biz onları seviyoruz da onlar bizim sevdiğimizi anlıyor mu acaba? Onların anladığı dilden mi sevgimizi gösteriyoruz yoksa biz nasıl sevilmek istiyorsak öyle seviyoruz ve karşımızdaki bu sevgiyi hiç anlamıyor ve beni sevmiyor diye mi düşünüyor. Önce biraz sevgi dillerinden bahsedip en sonunda da dilimin döndüğünce koşulsuz sevgiden bahsetmek istiyorum. Bu konu nereden çıktı derseniz de sevgili dostum ESRA EKREN’in hafta sonu kadınlar için olan bir eğitimine katıldım. Eğitimi daha çok anlatacağım çünkü inanılmaz güzel hazırlanmış, hap gibi bilgilerle dolu bir eğitimdi. Ruhsal yolculukta yürüyenlerin mutlaka katılması gereken bir eğitim. Ben eğitimin adını hızlı tekamül olarak nitelendiriyorum, çünkü ilk okula başladığımızda öğrenilmesi gereken bilgilerle dopdolu bir eğitimdi. İşte sevgi konusu bu eğitimde açıldı, 5 Sevgi dilinden bahsetti Esra bir de kitap tavsiye etti ki o da  Gary Chapman’ın ‘’ 5 Sevgi Dili ‘’ kitabıydı. İnsanların farklı sevgi dilleri olabileceği ve bir insanın sevgi deposunun onun anladığı dilde doldurulabileceğinden bahsetti. Yani siz sevgi dile armağan almak olan birine ne kadar çok seni seviyorum deseniz de o sevildiğini hissetmiyor, onun sevgi depoları sizin anladığınız dildeki sevgiyle dolmuyor. Benim sevgi dilim fiziksel temas çıktı gerçekten de ben birine sevgimi dokunarak, sarılarak gösteririm ve bana da öyle yapılmasını severim. Gönülden bir sarılmayla  benim içimin yağları erir . Gelelim sevgi dillerinden sonra sevginin bir de çeşitleri var, bunlar eğer tipi sevgi, çünkü tipi sevgi, rağmen tipi sevgi ve bir de kitaplarda olmayan koşulsuz sevgi . Daha önceki yazılarım da da değinmiştim ‘’ eğer ……. yaparsan seni severim ‘’ , ‘’ seni seviyorum çünkü …… ‘’ , ‘’ ……. Rağmen seni seviyorum’’ gibi kalıplarla seviyoruz çünkü annemiz babamızdan böyle gördük onlar da anne babalarından böyle gördüler. Bir kadının bir erkeği parası için sevmesi gibi, bir annenin çocuğu uslu olduğu ya da sözünü dinlediği için sevmesi gibi sevgiler iki tarafa da zararlı sevgilerdir. Kimsenin sevgi deposu bu tarz sevgilerle dolmaz. Sevginin koşulsuz olması gerekir, sevmek için bir neden olmaması gerekir, sadece içinizdeki o sevgiyi hissetmek gerekir. Nedensiz, koşulsuz sevmek gerekir. Bu en doğru sevgi çeşidi olmakla birlikte bir o kadar da zordur. Çünkü hep beklentiler girer sevginin içine, belki bir tek gerçekten kör kütük aşık olduğunda koşulsuz sevgi vardır, çünkü orada beklenti, koşul yoktur onun dışında pek de kimseyi koşulsuz sevmeyiz çünkü bize bu öğretilmedi. Peki nasıl olur bu koşulsuz sevgi, bundan sonrası için öğrenebileceğimiz bir şey mi derseniz evet derim keyifle ve kolaylıkla öğrenebiliriz. Bazı maddeleri var bu maddelerin hepsini birden yapamıyorsak bile içinden birini seçip onunla başlayabiliriz koşulsuz sevmeye belki bir gün tüm maddeleri yapabilir hale geliriz ve koşulsuz beklentisiz sevmenin tadını çıkarırız ve ruhumuzdaki hafifliğini deneyimleriz. Maddelere gelince birincisi ilgi, bir insanla sadece var olduğu için ilgilenmek, ikincisi onay yani o insanı olduğu gibi yargılamadan ve sorgulamadan kabul etmek, üçüncüsü takdir, her ruh özel ve takdire layık her insanı yürüdüğü yol farklı, ilahi planı  nedeniyle insanları takdir etmek, dördüncüsü şefkat insanlara empati yapabilmek ve onlara şefkat göstermek ve sonuncusu da izin kişilere varlıklarını ifade edebilmeleri için alan açmak ve onlara oldukları kişi olmaları için izin vermek, içlerinden geldiği gibi davrandıklarında da onları olduğu gibi kabul edip, yargılamadan sevmek. Ne dersiniz çok da zor değil dimi bunlardan size en kolayı seçin ve deneyin derim koşulsuz sevmenin tadına varınca kendinizin de etrafınızdakiler tarafından koşulsuz sevildiğinize tanık olacaksınız.  Sadece var olduğunuz için sevildiğiniz, sevilmek için hiçbir şey yapmanız gerekmediği bir yaşam sizi bekliyor.

Bu sanırım bu yılın son yazısı, yeni yılın koşulsuz sevgiyi bol bol hissedeceğiniz, tüm sevgi depolarınızın sizin istediğiniz dilde dolduğu, bol farkındalıklı, rahat, kolay, huzurlu ve bolluk bereket dolu olması dileğiyle…

Konuyu yeni yıl ile kapatırken yeni yılın benim için farklı bir anlamı daha var , birkaç gün sonra babamı kaybedişimin 5 yılı, bu vesile ile onun ruhuna da sevgiler gönderiyorum. Çok özel bir ruhtu, ben daha koşulsuz sevginin varlığını bilmezken o herkesi yürekten, koşulsuz severdi. Ruhu şad olsun. Seni seviyor ve özlüyorum güzel ruh…

Sevgi,nefes,ışık ve aşkla

13 Aralık 2016 Salı

Tanrı’nın Yerine Göz Dikmek



Şimdi basliga bakipda haşa kim Tanrı’nın yerine göz dikebilir ki diyenlerin seslerini duyar gibiyim. Belki zihinsel olarak ve kalben bunu demiyoruz ama hayata farklı farklı kafa tutuşumuzun sebebi en çok da bundan kaynaklanıyor. Biz farkında olmasak da anne karnında oluşan, dünyaya gelince ya da bir kardeşimiz olunca oluşan farklı farklı bilinçaltı kalıplarımız var. Evet farkındayım ne alaka dediğinizi duyar gibiyim. Öncelikle kendi örneğimden başlıyayım efendim ruhsal yolculuğa çıktığımdan beri yaptığım bütün çalışmalarda ‘almaya kapalı’ olduğum çıkıyordu. Daha önceki yazılarda da bahsi geçmiştir almaya kapalı olmak bana gelen mucizeleri, hediyeleri, bolluk bereketi, iş yerinde ki bir terfiyi, bana verilmesi gereken daha fazla bir maaş zammı gibi bir sürü şeyi engelleyen bir durum. Eğer siz almaya kapalı iseniz bunlar size pek de kolay gelmiyor. Daha beceriksiz bir arkadaşınız terfi ederken siz sadece seyrediyorsunuz, başkasına sizden daha az çalışmasına rağmen daha çok zam yapılıyor, size hiç havadan emek sarf etmeden bir şey gelmiyor vs.. bu örneklerin sayısını arttırmak mümkün. İşte yaptığım çalışmalardan birinde bunun kökeninin doğduğumda annemi emmemiş olmaktan kaynaklandığını tespit ettim. Dünyaya geldiğimde annemin sütü yoktu beni emziremedi, yeni doğan bir bebek için anne = yaşam demekmiş, ben de bunu yaşam beni beslemiyor, ihtiyaçlarımı karşılamıyor bilinç altı kalıbı ile eşleştiriyorum ve varoluşa, Allah’a sinirleniyorum. Bundan sonraki tüm hayatımda da bu kafa tutmam devam ediyor. Doğduğumda sen beni beslemedin ben de şimdi senin bana sunduklarını ‘’ALMIYORUM’’ kafa tutmasıyla, aslında sana ihtiyacım yok, ekmeğimi taştan çıkarırım, kimseye muhtaç değilim ve sen versen de kolaylıkla ben almıyorum diye Allah’a kafa tutuyorum. Aslında böyle olunca benim için hazır olan ve kolaylıkla bana gelecek olan nimetleri de elimin tersiyle inat uğruna almıyorum ve istemiyorum. Bu ufak örnekteki gibi hepimizin hayatı böyle kalıplarla dolu, ben inat eliyorum almayı reddediyorum bir başkası belki kardeşi olduğunda kıskançlığı görüyor annesini adaletsizlikle suçluyor ve bilinç altında annesine aslında yaşama, Allaha kızıyor ve sen adaleti sağlayamıyorsun senin yerine ben adaleti sağlayacağım kaydını oluşturuyor ve Allah’ın dağıtamadığı adaleti tüm yaşamı boyunca kendi dağıtmaya çalışıyor. Tüm hayat tabii ki çaba içinde geçiyor. İşte böyle baktığımızda, kendi hayatımızda hangi alanda Allah’a ( siz varoluş, doğa, yaratıcı kaynak inandığınız şeyi koyabilirsiniz yerine) kafa tuttuğumu bulabilirsek ,neler bizi öfkelendiriyor, hayatın hangi alanlarında sorunlar yaşıyoruz ve kontrol tamamıyla bizde ama yine de isteklerimize ulaşamıyoruz bir dönüp bakmak lazım. Belki  o zaman nerelerde hayata kafa tutuyoruz, Allah rolüne soyunmuşuz ve insan olduğumuz aklımızdan çıkmış farkına varabiliriz. İnanın bundan sonrası çorap söküğü gibi geliyor. Çocukluğumuzda bilinç altına attığımız tohumlarla bugünkü sorunları yaşadığımızı bilirsek ve sıkıntı yaşadığımızda karşımızdakileri suçlamak yerine hayatın sorumluluğunu alıp, ben bu tarz sorunlarla ilk nerede hangi yaşımda karşılaşmıştım ve sorunun ortaya çıkış sebebi neydi diye aklı hala orada kalmış küçük çocuğu bulup, neden üzülmüştü, o an hangi kararları almıştı bir kendisinden dinlemek lazım. Çünkü o küçük çocuğun o yaşlarda aldığı kararlarla bugünümüzü yaratıyoruz. Siz o ufacık yaşta adaleti dağıtmayı seçiyorsanız eğer size gelen deneyimler hep adaletsizlik oluyor, görüyorsunuz ve sadece ben düzeltebilirim diyerek yıprana yıprana yıllar yaşıyorsunuz. Küçük çocuk doğduğu andan itibaren hatta anne karnında bile bilinç altı kayıtları üretmeye başlıyor. Lütfen bir sorun yaşadığınızda o küçük çocuğu bulun ve yalnız olduğunuz bir köşede, gözlerinizi kapatarak buna benzer bir olayın yaşandığı en küçük halinize gidin ve oradaki çocuğun neler hissettiğini bir görün. Ona sorular sorun, onun cevaplarını ciddiye alın çünkü bugünü dündeki o çocuk yarattı.

Sevgi,nefes,ışık ve aşkla…

22 Ekim 2016 Cumartesi

Doğru Sorular


Bu aralar hayatımda bir değişimin içindeyim henüz değişim gerçekleşmedi, değişeceğini biliyorum ve sürekli beklemedeyim. Bir türlü karar verip doğru adımı atamıyorum. Böyle zamanlarda evrenin bir çalışma mekanizması var ve eğer sen cevapları almaya hazırsan cevaplar sana bir şekilde ulaşıyor. Nefesle tanıştıktan sonra sıklıkla karşılaştığım bir şey olduğundan bu duruma artık alıştım. Sorularımın cevaplarının herhangi bir şekilde bana geleceğini çok net biliyorum. Tam da işte böyle bir zamanda en doğru kararı nasıl vermeliyim diye düşünürken elime uzun zamandır temin edemediğim bir kitap geçti. Debbie Ford’un ‘’Doğru Sorular- Yaşamınızı Değiştirecek On Soru’’ kitabı tam da benim istediğim şeyi içeriyordu. Doğru soruları sorarak en doğru kararı vermeyi , sorular o kadar güçlü ve netti ki paylaşmak istedim. Kitabın devamında da soruların gücü örneklerle tek tek başlıklar halinde incelenmişti. Bir karar anındaysanız ya da öyle bir zaman geldiğinde aşağıdaki doğru sorular bana olduğu gibi sizlere de yardımcı olacaktır. En önemsiz dediğimiz bir karar bile hayatımızın yönünü belirliyor, neyi seçiyorsak onu yaratıyor ve yaşıyoruz. Kararlarımızın güzel yaratımlara vesile olmasını dileyerek on doğru soruya bir göz atalim.

1-Bu seçim, beni ilham verici bir geleceğe mi götürecek yoksa geçmişe saplanıp kalmama mı neden olacak?
2-Bu seçim yaşamıma güç mü katacak yoksa yaşam enerjimi mi çalacak?
3-Bu durumu büyümek ve gelişmek için bir katalizör olarak mı yoksa kendimi yıpratmak içi mi kullanacağım?
4-Bu seçim beni güçlendirecek mi yoksa güçsüz mü bırakacak?
5-Bu inançtan mı korkudan mı kaynaklanan bir seçim?
6-Bu seçimi kendimi sevdiğimden mi yoksa kendimi sabote etmek için mi yapıyorum?
7-Kendim için mi yaşıyorum yoksa bir başkasını mı memnun etmeye çalışıyorum.
8-Neyin doğru olduğuna mı yoksa neyin yanlış olduğuna mı bakıyorum?
9-Bu seçim beni uzun süreli olarak mı tatmin edecek, yoksa kısa süreli mi?
10-Tanrısal olan öz benliğimin mi yoksa insani boyutum olan egomun yönlendirmesiyle mi seçimlerimi yapıyorum?

İşte size kitaptan alınan sorular, bakalım kararlarımız bu sorularla ne yönde değişecek tabii buna bağlı olarak hayatımızda…

Sevgi, nefes, ışık ve aşkla…



20 Ekim 2016 Perşembe

Kendime Mektup

Bugün benim doğum günüm. Katıldığım bir seminerde yazdığım notlar gözüme ilişti çekmecede ve yazdıklarıma baktım. Seminerin başında bir sürü niyet belirlemişim  ‘’2016 da dileklerim ‘’ başlığı altında, bir kısmı gerçekleşmiş bir kısmı gerçekleşmemiş, sonra aldım kalemi elime ve aşağıdaki kelimler döküldü kendimden kendime.
‘’ Fazla kara kaplı bir deftere ışıklarla dolu bir kalemle dileklerimi yazmışım. Olanlar ve olmayanlar burada. Olanlara şükürler olsun, olmayanları oldurmaya niyet ediyorum. Bir yaşıma daha giriyorum, tek isteğim her alanda özgürlük. Sonsuzluğu ve sınırsızlığı deneyimlemek istiyorum. Neşeli olmak ve bol kahkahalı bir yaş ve hayat diliyorum. Sınırsız, sonsuz ve koşulsuz sevgiyi hissetmek niyetim. Yeni yaşıma, değişime, dönüşüme, hayatın bana getireceklerine hazırım. Olmakta olan mükemmele kendimi açıyorum. En yüksek potansiyelimi yaşamaya ve bundan keyif almaya hazırım. Beni buna hazırlayan kendime minnettarım. Acılarıma, mutluluklarıma, bana bunlara yaşatanlara milyonlarca şükürler olsun. Kendimi seviyorum ve takdir ediyorum. Hiç başı okşanmamış ve takdir edilmemiş bir çocuğun başkalarından takdir beklemesini bırakıyor ve kendi kendimi takdir ediyorum. Başardıklarım için, elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığım için takdir ediyorum. Bunca farkındalığa ulaştığım için ve bunca kendimle yüzleşebildiğim için. Birisine kızdığında, karşındaki senin aynan dediklerinde böyle saçma şey mi olur deyip gitmediğim için kızdığımda ya da kıskandığımda gerçekten ben neyin farkına varmalıyım da bu olayı yaşıyorum diye irdeleyebildiğim için. Farklı farklı konularda karşıma çıkan sorunlardaki aynalarıma baktıkça canım acısa da kendimden nefret ettiğim zamanlar olsa da yine yola devam edebildiğim için. Kendime sımsıkı sarılıyor ve başardın kızım en zoru başardın, sen kendin en büyük mucizesin diyorum. Yeni yaşımda kendi sesime ve kalbime kulak vermeye niyet ediyorum. ‘’
Bunlar içerden birden bire dökülen cümlelerdi ve düşününce herkesin kendine bir mektup borcu var diye düşündüm ve sitede paylaşmaya karar verdim. Genel yapı olarak hep başaramadıklarımıza odaklanıyoruz da, başımızı okşamak pek aklımıza gelmiyor. Neleri en iyi biz yapıyoruz, neler neler geçti başımızdan ve hala dim dik ayaktayız diye düşünmüyoruz hiç. Ömrümüz birileri bizi takdir etsin diye geçiyor. Önce kendi başardıklarımızı kendimiz takdir etmeliyiz. Kendimizi sevmeliyiz ve başardıklarımızın farkına varmalıyız ki daha ileriye yol alabilelim.

Sevgi,nefes, ışık ve aşkla…

Sihirli Değnek


Birkaç gündür keyfim pek yok, sorgulamalarla dolu günler geçip gidiyor. Sürekli kendimi düşünürken buluyorum. İçimden bir şey yapmak pek gelmiyor. Dün gece kızları uyuttuktan sonra öylece koltukta oturup yine düşüncelere dalmışken birden bir sihirli değnek dokunsa hayatıma dedim. Her şey birden kolaylıkla değişse. Sonra böyle bir sihirli değnek yok o sihir sende dedi içimdeki başka bir ses. Bu senaryo senin, başrolde de sen varsın. Bugünden yarınki bölümü yazıyor, yarında yarattığını yaşıyorsun. Değişim istiyorsun ama koşullu değişim istiyorsun. Değişsin ama her şey daha güzel olacaksa değişsin diyorsun. Geriye dönüp bakıyorsun 40 yıllık bir hayat var her anını kontrol etmeye çalışmışsın, hep iyiyi güzeli başarmak için çabalamışsın ve yaratımın ortada, kör topal buralara kadar gelmişsin. Eldeki kazanımlar nereden bakmak istediğine göre değişir. Bir taraftan bakınca bir sürü yol kat etmişsin, diğer taraftan bakınca bir arpa boyu yol gitmemişsin. Sonra dönüp kendime diyorum ki bir şey yapmalı , sonra tekrar diyorum ki yılların bir şey yapmakla geçti olan ortada bence hiç bir şey yapmamalı. Bunca yıldır kontrol sendeydi ve kontrol etmekten anı yaşayamadın, kontrol etmekten hissetmeyi kaçırdın. Acıyı hissetmeyeyim derken keyfi de hissedemedin. Bu sefer bırak  kontrolü, planı, programı bırak bakalım başına bu sefer neler gelecek. Zaten olandan memnun değilsen ne kaybedersin ki en kötü baktın olmuyor tekrar kontrolü ele alırsın. Ama bıraktığında hiçbir şey yapmadığında bakalım hayat sana ne sürprizler getirecek. Sadece Allah’a güven ve kendini onun ellerine bırak. Bir de onun ilahi planını dene ne kaybedersin ki. Bir saniye sonrası yokmuş gibi yaşa tam teslimiyetle, tam güvenle. Bu söylemesi kolay olmasına rağmen yapması çok  zor bir iş benim için, yıllardır en mükemmelini yaratmaya çalışmakla geçince ömür sanki ben kontrol etmezsem mükemmel olmaz diye düşünüyorum. Çabalamadan yaşamayı bilmiyorum. Oluruna bırakmak benim kitabımda bugüne kadar yoktu, birden bunu öğrenmek de pek kolay değil. Olmazı oldurmaya çalışırken bir anda olanı kabul etmeyi deneyimlemek çok zor. Derin bir uykudan nefesle birlikte uyandık ve artık eskisi gibi olması imkansız. Kontrol ederek yaşamaya çalışıp sonucunda tökezleyince  er ya da geç teslim olmaya, hızlıca akan nehre karşı kürek çekmemeye hepimizin bir yerden başlaması lazım. Bir ilahi plan çerçevesinde bu dünyada bedenlenmeyi ruhumuz seçti ve denemekten yılmadan tekamül yolunda yürümeliyiz. Tek yapmamız gereken etrafımızdaki herkesi, her şeyi kontrol etmeyi bırakmak, teslim olmak ve seçtiğimiz ama unuttuğumuz ilahi plana ve Yaratana güvenmek. İçimizde olan sihirli değneği harekete geçirmek.

Sevgi, nefes, ışık ve aşkla…

Neden Nefes Diyorum?



Nefes, sadece nefes bir sürü sıkıntıdan kurtulmamız için yeterli aslında. Bu hafta sonu Ankara’da bir ‘Nefesini Yeniden Kazan’ semineri daha gerçekleştirdik ve gelen danışanlarımızla inanılmaz güzellikte bir 2,5 gün geçirdik. Nefesi neden bu kadar önemsiyor ve seviyorum bu seminerlerde bir kez daha yakından deneyimliyorum. Cuma akşamı iş çıkışı kafasında bir sürü soru işaretleriyle gelen danışanlarımızın Pazar akşam giderken gözlerindeki ışık ve gelmek istemedikleri yerden bu seferde gitmek istememeleri  doğru bir iş yaptığımızın inanılmaz bir gostergesi. Herkes hayatta bir sürü sıkıntılar yaşıyor hastalıklar, üzüntüler, hayatı ve sevdiklerini daha mutlu olmaları için kontrol etme çabası bunları uzatmak mümkün. Bütün bu sıkıntılarla geldiler, evet 2 günde tabii ki sorunları ortadan tamamen kalkmadı ancak bir sürü bilgi ve yeni bakış açılarıyla Pazar günü evlerine döndüler, hayatla baş ederken kullanacakları bir sürü yeni bilgiler öğrendiler, farklı bir bakış açısı kazandılar. Nefeslerinin farkına vardılar ve yaptığımız nefes analizlerinde gerçekten de nasıl nefes alıyorlarsa öyle yaşadıklarına şahit oldular. Şimdi biliyorlar ki nefes kalıplarını düzelttiklerinde hayatları da düzene girecek. Bunu bu seminerde deneyimlediler. Bu kadar kısa sürede bile nefesin ne kadar güçlü bir dönüştürücü olduğuna şahit oldular. Biz de bu değişime tanık olduk, onların değişimleriyle ne kadar doğru bir yolda olduğumuzu bir kez daha gördük. Onların bu kadar mutlu ve memnun ayrılmaları da bizim işimizi ne kadar aşkla yaptığımızın bir göstergesiydi. İyi ki nefes var. Gelirken en çok kafasında tereddüt olan danışanın bile giderken ‘’ iyi ki gelmişim ‘’ demesi bizim için en güzel dönüşüm. Aslında şifayı başka yerlerde arıyoruz ve artık biraz geyiğe vuruldu ama gerçekten de şifa bizim içimizde, bizim nefesimizde. Biliyorum kulağa inanılır gibi gelmiyor anacak sadece nefesimizi değiştirerek iyileşmek mümkün. Daha mutlu olmak, daha keyifli olmak, hayattan zevk almak, bu dünyayı cennete çevirmek bir hayal değil , nefesle bunu deneyimlemek mümkün. Ne kaybedersiniz ki bunun bir ütopya olmadığını anlamak için sadece bir hafta sonluk bir zaman ve bir miktar ayıracağınız para yeterli olacak. Denediğinizde de bu değişimlerin farkına varamazsanız eğer sadece zaman ve para kaybınız olacak ki hayatta bir sürü anlar da bu kayıplarımız zaten oluyor. En basiti bir sinemaya gidiyorsunuz ve filmi beğenmeme ihtimaliniz de girerken var. Film bitiminde eğer beğenmezseniz de zaman ve para kaybı yaşamış oluyorsunuz.  Sinema filmi için bu riski göze alıyorsanız kendinizin daha mutlu olması için de bu riski göze alıp denemeye değer bence. Ne dersiniz. Bu hayat seçimlerimizden ibaret biz seçiyor ve biz yaşıyoruz, hep kötü şeyler benim başıma gelir psikolojisinden çıkmak için denemeye değmez mi? Bu dünyada cenneti yaratmak için haydi nefese…

Sevgi, nefes, ışık ve aşkla…

15 Mayıs 2016 Pazar

Davranışlarımızın Asıl Söylemek İstedikleri


Burada bir iki cümle ile gittiğim eğitimlerden derlediğim bilgileri paylaşacağım.  Aslında ne diyoruz ve  dediğimizden kendimiz ne anlamalıyız. Yaptığımız davranışın altında fark etmemiz gereken gizli gerçekler nelerdir? Kendimi tanımamda ve yolcuğumda kolaylıkla ilerlememde bu farkındalıkların faydası olmuştu, sizin de kendinizi biraz daha iyi tanımanıza yardımcı olacağını düşünüyorum. Kendimizi tanıdıkça da karşılaştığımız hep aynı sorunların sebeplerini bulmak bence kolaylaşıyor. Hadi başlayalım.

Samimiyet = İman
Kendi duyguna sahte olmamaktan bahsediyor. Aslında üzgünken yüzünüzün gülmesi gibi. Kalbimizde ne hissediyorsak onu yaşamamız gerekiyor. Acımız varken gülümsememeliyiz. Sırf insanlar mutsuzluğumuzu görmesin diye mutlu rölü yapmamalıyız. Öfkeliyken sırf karşımızdakini kırmayalım yoksa bizimle arkadaş olmaz, bizi sevmez diye öfkeli değil rölü yapmamalıyız diyor. Biz kendimize samimi oldukça ben de imanımızda aynı oranda artıyor. Kalpte hissedileni yaşamak, kalpten yaratmanın da anahtarı aslında. Ne kadar kendimize samimi olursak ve isteklerimizi oldurma kapasitemizde o ölçüde artıyor.
Kronik şişmanlık, yapılan bir sürü diyetlere rağmen yine de kilo verememek
Tabii bu her kişinin ruh dünyası için farklılık da gösterecektir ancak vücudunu hissetmek için onu ağırlaştırmakla bağlantılı. Hissetmek için yemek yemeğe gerek olmadığını görmek gerek. Bu dünyada köklenmek için vücudun ağır olmasına gerek olmadığını fark etmek gerek.
Sevgisiz hücre ağrır.
Hastalıklarımızı bu bilinçle gözden geçirebiliriz belki, Düşünce Gücüyle Tedavi kitabının da yardımıyla ağrıyan yerimiz hangi duygu durumuyla alakalı, hangi konuda sevgisizlik hissediyoruz farkında olabilir ve bir de bu açıdan hastalığımıza bakabiliriz belki. Hastalıklar bize ruh halimizin bir portresini çizmek için birer işaret aslında. Ruhsal anlamda hangi alanlarda sıkıntılar yaşıyoruz fark etmemizi sağlayan bir araç.
Acıma Duygusu
Çevremizde birisine acıdığımızda, onun için üzüldüğümüzde bu duygunun nereden kaynaklandığına bakmamız lazım . Başkasına acıyan kişi aslında kendine acıyordur. Üzüntülü olan kişinin yanında ona teselli vermek, akıl vermek gibi onun için bir şeyler yapma çabası yerine, ona acımak yerine onun yanında sadece durmak ve sevgimizi kalpten yaymak yeterli olacaktır. Olmakta olana kalbimizi açıp sessizce durabilmek ve sevgiyi yaymak yapmamız gereken.
Doyumsuzluk ve Açgözlülük
Bence en çok çocuklukta bazen de hayatın farklı zamanlarında kendimizi anlatamamanın, konuşamamanın, sevilmemenin ya da sevgiyi ifade edememenin verdiği doyumsuzluk ve aç gözlülüktür. Bu alanda doyuma ulaşamadığımız için doymak bilmemece yemek , sınırsız para hırsı gibi alanlarda kendini doyumsuzluk ve açgözlülük ortaya çıkarır. Yemek yerken gözünüz benim gibi hiç doymuyorsa karnınızız doyduğunun bile farkına varmıyorsanız çocukluğunuza bir bakın bakalım. Bu çocuk nerelerde dinlenmedi, kendini ifade edemedi, sevilmedi, sevgisini gösteremedi…
Başkasındaki şeylerin sana daha güzel gelmesi
Bir masaya oturduğunda kendi yemeğin değil de arkadaşının yemeği sana daha güzel geliyorsa, başkasının kıyafetini daha çok beğeniyorsan tüm bu başkasının ki daha güzel merakı nereden geliyor şaşıracaksınız. Kendimizi görememekten. Kendinin farkında değilsin, kendi güzelliğini görmüyorsun. Ne alaka demeyin bilinçaltı biraz garip çalışıyor. Yaptığımız en ufak bir davranışın bile bilinçaltında bir kalıbı var, bu da onun en güzel göstergesi. Kendi özelliğimize ve güzelliğimize sahip çıkmak yerine gözümüz dışarıdakilerde kalıyor. Dünya üzerindeki her insan parmak izi gibi birbirinden farklı yaratılmış ve herkesin bu dünyaya gelirken yanında getirdiği özellikler, yetenekler var. Ama biz gözümüz hep dışarıda olduğundan kendimizi unutuyoruz. Kendi otantikliğimizi, kendi farklılığımızı gözden kaçırıyoruz. Ruhumuzun sesini duysak aslında o otantiklik ortaya çıkacak. Bir de tabii diğerlerine benzemezsem beni dışlarlar, sevmezler korkusu mevcut. Düşünsenize herkesin kendi yeteneklerinin farkında olduğunu, nasıl bir dünyada yaşardık farklı saçlar, farklı kıyafetlerle dolu bir dünya insan, nasıl renkli bir dünya olurdu Mesela beni hiç görmediniz saçlarımın yarısı kendi saçlarım çocuklarımı emzirdiğim için uzun süredir boyatamıdığım için siyah beyaz alt taraflarda lacivert, herkes bana mavi saçlı kız diyor şimdi benim gibi bir sürü değişik insan düşünün etrafınızda, gayet renkli bir dünya güzel olurdu bence Son olarak herkes evrenden bir hediye bekler kendisi için aslında görmesi gereken hediyenin kendisi olduğudur, aynaya bak ve hediyeni gör, hediye sensin der Aygün Kabadayı.
Koşulsuz sevgi
Sadece ilk doğduğumuz an annemiz yüzümüze baktı ve o an koşulsuz sevildik. Onun dışında hep koşullu sevildik ve bizde koşullu sevmeyi öğrendik. Yaparak onaylandığımız için hep yapmaya odaklandık. Hep bir şeyleri yaparsak sevildik ve yapma odaklı yaşadık. Yaptıklarımızla sevildik yapmayınca sevilmedik. Sevilelim diye yapmaya programlandık. Yapmazsak bizi sevmezler diye hep yaptık hep yaptık. Ne koşulsuz sevginin anlamını bildik ne de birini hiçbir koşul olmadan olduğu gibi kabul edebildik. Şu an itibariyle kendimize samimi olalım ve sevilmek için yaptığımız her şeyi yapmaktan vazgeçelim, bırakalım yapmayınca bizi sevmeyeceklerse sevmesinler, biz en azından kendimize dürüst olalım. Bir de ne yapalım biliyor musunuz en yakınlarımızı onlardan bir koşul beklemeden sevmeye çalışalım, hiçbir talebimiz beklentimiz olmasın. Şunu yapmadın beni sevmiyorsun gibi cümleler kurduğumuzda koşulsuz sevgiyi hatırlayalım. Evet belki bunu büyüklerimizden öğrenmedik ama şimdi artık böyle bir sevgi yönteminin varlığından haberdarız ve böyle sevmeyi deneyebiliriz. Bir çocuk gözüyle herşeyi ve herkesi  sevmek, denemeye değer bence.
Çabasızlık Yasası
Çaba bizim yarattığımız bir şey, dünyada çabasızlık yasası mevcut. Bu da en az çabayla maksimum sonucu elde etmek demek. Yani anlayacağınız çabaya gerek yok, akışa izin vermek lazım. Mutluluk bizim doğum hakkımız. Yaşamı daha kaliteli yaşamayı hakkediyoruz. Doğarken mutlu olmak için doğuyoruz. Çabalamak, zoru başarmak için değil.
Suçluluk Duygusu
Asıl sebebi ne yaparsam yapayım hiç biri yeterli değil duygusudur. Yetersizlik suçluluk duygusuna neden olur.
Açıklama yapma ihtiyacı
Eğer her söylediğiniz şeyin ardından bir de uzun uzun açıklama yapıyorsanız, kendinizi anlatma ihtiyacınız, her konu ile ilgili açıklama yapma ihtiyacınız varsa bu durumlarda kendimi anlıyorum diyeceksiniz. Sizin kendinizi anlamaya ihtiyacınız var demektir. Açıklama yaptığınız aslında kendinizsiniz. Söylediğinize karşı tarafı değil kendinizi ikna etme ihtiyacınız var.
Onaylanma İhtiyacı
Sürekli birilerinden yaptığınız davranışlarla ilgili onaylanma bekliyorsanız, bilin ki bu sizin kendi kalbinizden onaylanma bekliyorsunuz demektir. Yaptığınız şeylerin onayını başkalarından beklememek gerekir. Yaptığımız şeyin tek sorumlusu biziz ve sonuçlarından da biz sorumluyuz. Onaylanma ihtiyacı duyduğumuzda sadece seni ve senin seçtiklerini onaylıyorum kalbim dememiz yeterli. Biz kalbimizi yaptığı her şey de onaylarsak , giderek onaylanma ihtiyacı da kalmayacaktır.
Bireysellik Yasası
2016 yılında bireysellik yasası işleyecek. Gelecekten umut etmek devri kapandı. Şu an umudun kendisi olmalıyız. Gurular, eğitmenlerden beslenme devri kapandı. Herkes kendi kanallığından beslenecek. Senin için en doğru yol kalbinin söylediği yoldur, birilerinin senin için dikte ettirmesi değildir. Sen sadece kalbinin sesini dinle. Sana doğruyu fısıldayacaktır.
Beyin ve kalp ikilemi
Eskiden beyin kalbin emrindeydi, hatta kalp gözüyle görmek diye bir deyim de var. Yani olan biten kalbin süzgecinden geçirilirdi. Bu teknoloji çağında ve insanların bireyselliğinde bize öğretilen ise en önemli şeyin beyin olduğu, zekanın ve mantığın dışına çıkılmaması gerektiğiydi. Kalbin esamesi bile bize öğretilmedi. Bilincin kalpten beyine düşmesi yaşandı şimdi ise tekrar beyinden kalbe bir yolculuk başlıyor. Asıl olan kalbin bize fısıldadığını duyabilmek ve başkalarının söylediklerine rağmen kalbin sesini dinlemek.

7 Nisan 2016 Perşembe

Güvenmek


Güven duymak ve teslim olmak kavramı, yaşadığın her anda endişe, kaygı ve korkuya yer olmadan yaşamak olarak tarif edilebilir. Zaten senin için olmakta olanın en hayırlısı olduğunu yürekten bilmek ve bu gerçeğe çabalamadan teslim olmak. Merkaba-Aydınlanan Kalbin Uyanışı eğitmenimiz Aygün çok güzel bir örnekle anlatmıştı ve bu örnek benim gerçekten kalbime işledi. Bir belgeselde Aslandan kaçan Ceylan saatlerce koşarak kaçmasına ve ölme korkusuyla delice koşmasına rağmen kaçma eylemi bittiğinde sanki o korkuyla saatlerce kaçan kendisi değilmiş ve tekrar yakalanma ihtimali hiç yokmuş gibi sakince yeniden ot yer, işte bu tam bir güven ve teslimiyet örneğiydi benim için. Bu nasıl bir teslimiyettir demişti Aygün, o kadar kaçmadan sonra sakince ve korkusuzca ot yiyebilmek büyük bir teslimiyet örneğiydi. Ne var şimdi bu örnekte diyenleriniz için, ceylanın bütün o korku dolu anlardan sonra bile korkusuzca ve başına kötü bir şey geleceğini düşünmeden, yemeğini yemeye devam etmesiydi etkileyici olan. Kaçtığı ve korktuğu o tehlikeli dakikaları tekrar tekrar yaşayacağını aklına bile getirmeden, olana teslim oluyor. Hayata güveniyor. Gerçekten bu beni çok etkiledi. Sanırım yaşadıklarımızdan dolayı hep bir tetikte olmamız gerekiyor, hep kötü şeyler bizi bulacak, hep güvende olmamız gerektiğini düşünerek, sahip olduklarımızı kaybetmememiz için hep tetikte olmalıyız hissiyle yaşıyoruz. Asla tam anlamıyla güvenmiyoruz hiçbir şeye de hiç kimseye de, oysaki kendimizi bizim için en hayırlı olana teslim etsek ve zaten güvende olduğumuzu hissederek yola devam etsek, yaşayacağımız deneyimlerde bu şekilde keyifli olacak. Bir kere tam anlamıyla şüphesiz güvendiğimizde ve teslim olduğumuzda aslında görürüz ki olmakta olan keyifle ve kolaylıkla oluyor. Ceylanın bir dakika sonra başına gelme ihtimali olanları düşünmeden şimdiki ana odaklanması yani  korkusuzca ve bir şey düşünmeden ot yemesi işte bu yüzden bu kadar önemli. Çok endişeli, çok korkmuş olduğumuz bir anda ya da herhangi bir anda, şu anda mesela bir durun ve düşünün bakalım bir dakika sonra başımıza gelecekleri düşünüp endişeleniyor musunuz yoksa tam teslimiyetle anın tadını  çıkarabiliyor musunuz, hangisi size yakın olan. Hayatın kontrolünü o kadar çok elimizde tutmaya çalışıyoruz ki Yaratana güvenmek yerine Yaratan olmaya soyunuyoruz. Bir çeşit Tanrı oluyoruz. Rolümüzü şaşırıyoruz. Güven duygusu ya da diğer adıyla teslimiyet işte tam da bu , yaşamımızın kontrolünü bizden daha büyük bir güce bırakmak. Bunu söylerken bir köşenizde oturun hiçbir şey yapmadan bekleyin demiyorum yanlış anlaşılmasın, anlatmak istediğim hayatımızdaki her şeyi kontrol edemeyeceğimiz. Elimizden geleni yaptıktan sonra artık endişe duymamaktan, yarın korkusuyla yaşamamaktan, o an olmakta olanın mükemmelliğinin tadını çıkartmaktan bahsediyorum. Plan yaptığınız bir yere mi gidemediniz belki de gerçekten gitmemeniz gerektiği içindir, yolda başınıza bir şey gelebilir, gittiğiniz yerde başınıza bir şey gelebilir ya da kaldığınız için bir sürpizle karşılaşabilirsiniz, tüm bu olasılıkları düşünmek gerekir. Olmakta olanın sizden daha büyük bir güç tarafından ve dünyada tüm yaşayan insanlar için ayrı ayrı takip edildiğini bilmek ve kontrolü bırakmak ve ona izin vermek işte bu teslimiyet ve güvenmektir. Hiç endişelenmeden yaşamayı gerektirir ve böyle yaşamayı başardığınızda sonsuz bir huzur frekansında yaşarsınız. Tabii ki zordur çünkü insan zihni ya  geçmişe ya geleceğe programlanmıştır, şimdi de mevcut anda yaşamak tamamen öğrenilmesi gereken derin bir olgudur. Yine de tüm zorluğuna rağmen ceylan olabilmeyi deneyimleyelim derim.

Sevgi, nefes, ışık ve aşkla.

Yol


Yazının başlığının Yol olmasının sebebi bir anda bir çok farklı yerden bu mesajı almamla başladı. İnternette bir sitesiye bakacak iken kelimeyi eksik yazmam sonucunda ‘’way’’ kelimesi yazıldı ve bir sürü yolla ilgili görsel karşıma çıktı. İnanılmaz güzel yol resimlerinden beğendiğim bir tanesini de yazının başında paylaştım ve ben o yolları seyretmekten kendimi alamadım. Sonra iş yerinde arkadaşlarla kahveye çıktığımızda, bir arkadaşım daha önce okuduğumuz ve içinde yol kelimesi olan ‘’Az Seçilen Yol’’ kitabından bahsetti. Bununla bağlantılı olarak ben şimdi okuduğum Metin Hara’nın kitabın adının da ‘’Yol’’ olduğunu hatırladım ve bir dakika içinde hayatımda bir sürü yolun bir araya geldiğini fark ettim. Bütün bunlar birer birer hafızamda yer alırken, aslında yaptığımın da az seçilen bir yolda ilerlemek olduğunu fark ettim. Belki de sırf bu nedenle bütün bu yollar bir anda karşıma çıkmıştı. Tam da geriye dönüp son yıllardaki yaşamının muhakemesini yaparken bu yollar sisilesinin karşıma çıkması tabi ki tesadüf değildi. Aslında bir sürü farkındalık yaşamıştım ve hala hayatımın bazı alanlarında bir şeyler yolunda gitmiyordu, aydınlanma denen şey tam da gerçekleşmemişti (ki asla tam olarak gerçekleşmiyor sanırım). Evet bir sürü insandan farklı şekilde hayata bakıyordum, bir sürü insanın dert ettiği şeyler benim için dert değildi artık, başıma gelen şeylerin sorumluluğunu alıyordum, olan hiçbir şeyden başkasını suçlamıyordum ama bir sürü de onca eğitime, kitap okumaya, farkındalığa rağmen yapamadığım şeyler vardı. Bunca yıl geçti sanki bir arpa boyu yol ancak kat etmiştim. Gerçi nefes seminerlerinde gelen insanların hikayelerini dinledikçe ne kadar çok yol kat ettiğimi görüyordum ama insan kendini takdir etmeyi pek bu hayatta çocukluğundan beri öğrenmediği için ‘’ Ne kadar güzel şey başarmışım ‘’ cümlesini unutup gidiyordu. Sanki bana kaplumbağa hızında ilerliyormuşum gibi geliyordu.  Sonra beynimde bir ışık yandı ve seçtiğim yolun gerçekten de az kişinin seçtiği bir yol olduğunu fark ettim. Sokakta bir sürü insan ruhunun bile farkında olmadan, yaşadığı her şeyi kader sanarak ve değiştiremeyeceğini düşünerek, başına gelen her şeyden başkalarını suçlayarak kurban psikolojisini kullanarak yaşamaya devam ediyordu. Benim yolumu seçen bir elin parmakları kadar azdı. İnsanlar yaşadıkları hastalıkları, hayatlarında yolunda gitmeyen problemleri  halının altına atarak yaşamaya devam ediyorlardı. Bense onlarla yüzleşmeyi seçmiştim. Hayatımdaki her şeyi ben yaratıyordum ve evet bazı alanlarda istediğim yaratımları gerçekleştirememiştim. Bazı alanlarda da inanılmaz güzel başarılar elde etmiştim. İnsan doğası gereği başardığım iyileri pek göremiyordum da başarısız olduğum alanları  sorgulamaya odaklanıyordum. O yüzden bu yol resimleri öyle apansız karşıma çıkmak zorunda kalmıştı. Bana bunun sonsuz bir yol olduğunu gösteriyorlardı. Bitmeyen, sonu olmayan bir yolculuktaydım aslında, değiştirebildiğim sadece yolun kenarındaki manzarayı güzelleştirmekti. Yolculuk hep devam edecekti, yorulmak yoktu durmaksızın devam eden bir yol vardı karşımda. Az seçilen bir yol. Çok şükür ki bu yolda beni destekleyen eşim ve arkadaşlarım vardı, çok da yalnız değildim aslında bu yolculukta, benimle aynı dilden konuşabilen  insanları yoldaş olarak seçmiştim dünyaya gelirken. Beni, gittiğim yola hiç inanmasa da sonsuz destekleyen eşim vardı. Yolculuğuma 11 aydır eşlik eden ikiz kızlarım var, Onların da yolculuğumdaki katkıları inanılmaz. Şimdi bu yazıyı yazarken ne kadar da şanlı olduğumu düşünüyorum. Bu uzun Varoluşu Algılama Sürecinde bir sürü yol kat ettim ve bana eşlik eden güzel insanlarla çevriliyim. Bu cümleyi yazarken de bir şey fark ettim ki şu anda bir yandan da ‘’Varoluş Süreci’’ kitabının 10 haftalık egzersizinin 8. Haftasını deneyimliyorum. Geçekten şu an etrafımdaki her şey bu ruhsal yolculukla alakalı ve yol kelimesiyle her yerden kesişiyor. Kısaca gelinen nokta aslında arama motorunda yanlış yazdığın bir kelime sonucu karşına çıkan bilginin bile senin hayatında fark etmen gereken bir noktaya temas ediyor olması. Hayat bir tesadüfler zinciri değil yani, yaşadığımız ya da karşımıza çıkan her şeyin bir sebebi var. Seçtiğim  yol az seçilen zorlayıcı ve mucizelerle dolu bir yol. Bazen bitmek tükenmek bilmeyen farkındalıklar da kaybolsan da yaradılışınla ilgili her fark ettiğin seni daha iyiye ve güzele götürüyor. Bu yolda hiçbir gün bir önceki günün aynı değil. Aşık Veysel’in de dediği gibi
 ‘’Uzun, ince bir yoldayım. Gidiyorum gündüz, gece.
   Bilmiyorum ne haldeyim. Gidiyorum gündüz, gece. ‘’
Herkese kendi yolunda, yaptıklarının ve yaratımlarının sorumluluğuna alarak keyifle yürümeyi diliyorum.
Sevgi, nefes, ışık ve aşkla.


 ! "
##



 ! "
##

25 Ocak 2016 Pazartesi

Niye Surekli Yapmaktayiz


Sürekli bir yapma eylemi içinde olmamızın nedeninden bahsetmek istiyorum biraz. Bunun tek bir sebebi var aslında o da koşulsuz sevilmememiz. Yani ne demek şimdi bu diyeceksiniz, sevginin de koşullusu koşulsuzu mu olur? Evet var, sadece ilk doğduğumuzda koşulsuz seviliyoruz', annemiz bizi kucağına aldığında yüzümüze bakıyor bir saniye  ve sadece o an koşulsuzca, sadece var olduğumuz için seviliyoruz, bir tek o an koşulsuz sevgi mevcut. Sonrasında başlıyor koşullar ve tehditler. Ağlamazsan seni severim, yemeğini güzel yersen severim, uslu çocuk olursan daha çok severim bu tehditlerden sadece bir kaçı. Buna büyüyünce de sevgilimizin bizi sevmesinin koşulları ve arkadaşlarımızın bizi sevmesinin koşulları ekleniyor. Bütün bu koşullar sonucunda biz bir seyleri yaparsak sevileceğimizi öğreniyoruz ve bir ömür hep yapmaya odaklanıyoruz. Bir sürü şey yaparsak, annemiz babamız bizi daha çok sever diye yapıyoruz da yapıyoruz. Yaptıkça onaylanıyoruz ve onaylandıkça, alkışlandığımız için, dogru yolda oldugumuzu dusunup, yapmaya daha çok odaklanıyoruz. Bugüne kadar hep yaptıklarımızla sevildik ve sevilelim diye yapmaya daha çok programlandık. O kadar çok yük bindi ki üzerimize, bazen bir sürü şeyi kendi istediğimiz için değil de bizi daha çok sevsinler diye yapmaya başladık. Olma halini unuttuk gitti. Şimdi değişim zamanı yapma halinden olma haline geçme zamanı. Kendimizi keşfetme ve bizi mutlu olma haline, neşeli olma haline taşıyan şeyleri fark etme zamanı. Bu yazıyı okuduğunuz andan itibaren ilk yaptığınız şeye odaklanın gerçekten ne için yapıyorsunuz, yaptığınız şey sizi mutlu ediyor mu yoksa sizi daha çok sevsinler diye hiç sevmediğiniz bir şeyi mi yapıyorsunuz, bunun ayırdına varin. İstemeyerek yaptığımız her şey bizi olmamız gereken kişiden daha çok uzaklaştırıyor ve mutsuz olmamıza sebep oluyor. Evet insanları kırmıyor, onların istedikleri gibi yaşıyoruz ancak inanın bana onların hayatında bir şey değişmiyor, ancak biz özümüzden çok şey kaybediyoruz. İstemeyerek yapma halinin negatif yükü bütün hayatımızı etkilemeye devam ediyor. Hepimiz aynı parmak izi gibi birbirimizden farklı yaratıldık ve ruhumuzda bambaşka hediyelerle geldik bu dünyaya. Bütün bunlar biz, anne babamız da dahil başkalarının bizi sevmesi için değil aynaya baktığımızda olduğumuz halimizle bizim kendimizi sevmemizi keşfetmemiz için yaşandı. Hepimiz eşsiziz ve hepimizin hediyesi kendisi, varılması gereken nokta burası idi. Aynaya bakma ve hediyemizi görme zamanı. Kendimizi keşfetme zamanı. Kalbimizin samimiyetine güvenme ve duygularımızı hissetme zamanı. Neşede kalmak için içimizden ne geliyorsa öyle olma zamanı. Sadece kendimiz için yaşama ve aynadaki halimize gülümseme zamanı. Hatta bir de özür borçluyuz sanırım kendimize, kendimizi bu kadar yıprattığımız  zamanlar için özür dilemeliyiz özümüzden. Derinlerde de olsa bir yerlerde biliyoruz aslında yürekten istediklerimiz ne, neyi deneyimlemeye geldik bu dünyaya, vakit onları keşfetme vakti, kendimize uyanma vakti. Kolaylıkla, rahatlıkla, sağlıkla olması dileğiyle.

Sevgi, nefes, ışık ve aşkla…

21 Ocak 2016 Perşembe

Çekim Yasasının Görünmeyen Yüzü


Bu güne kadar hep taraftarı olduğum, daha önceki yazılarımda da ballandıra ballandıra anlattığım çekim yasasının başka bir yanını öğrendim Merkaba eğitiminde. Aslında büyük güçlerin bir oyunu olduğunu da düşünüyorum şimdi, bizde bu oyunda piyon olarak kullanıldık, bilmeden çekim yasası ile hayatımıza çektiklerimizle ve yaratım gücümüzle hayatımıza çektiklerimizle küçük bir oyunun içinde mutlu olduk. Bu oyun ne idi. Bunu anlamak için önce kutupluluk yasasından biraz bahsedelim. Üzerinde bulunduğumuz dünya da kutupluluk yasası mevcut. Yani her şey iki uçlu, ikilik var , iyi-kötü , güzel- çirkin gibi her şeyin bir kutbu, bir zıttı var. Bu zıtlık içinde çekim yasasında biz isteklerimizi zihinle istiyoruz. Zihnimizde karar veriyoruz ve zihnimizle isteklerimizi yaratıyoruz. Zihnimizde bu kutupluluk yasası çerçevesinde ikili yaratıyor yani iyiyi yaratırken bir de kötüyü yaratıyoruz, kutupluluk yasası gereği. Yani yağmur yağmasını istiyoruz ve zihnimizle yağmura odaklanıyoruz, yağmuru yağdırıyoruz ama aynı zamanda sel de oluyor gibi. Merkaba eğitiminde ise öğrendiğimiz isteklerimizi kalpten yaratmaktı. Sadece kalpte kutupluluk yok, orası saf sevgi ve ışık olduğundan ve bir olduğundan kalpten isteyerek yarattığımızda teklik nedeniyle sadece istediğimizi ve de bizim için hayırlı olanı yaratıyorduk. O nedenle asıl olan kalpten yaratmakmış. Genelde de yaygın bir inanış vardır eskilerde, yürekten istedim ve oldu diye. Gerçekten yaptığımız bu idi kalbimize odaklanmak ve o saf sevgiyle bir olup, yaratmak istediklerimizi yaratmak için kalpten niyet etmek ve gerisini Allah’a bırakmak, istediğimizde diretmemek. Bizim için hayırlı ise olmasına niyet etmek. Gerçekten kalbinizi kibirden, yargılardan arındırabildiyseniz ki bu enerji frekansınızı yükseltir, bu da kalpten yaratma gücünüzü arttırır ve kalpten bir olandan istediğinizi yaratırsınız. Eski zamanlarda beyin kalbin emrinde imiş, şimdi ise kalp beynin emrine girmiş. Kalp ve beyin yer değiştirmiş. Bilinç seviyesi kalpten beyne düşmüş, şimdi ise olmakta olan yani yeni yılla birlikte deneyimleyeceğimiz tekrar beyinden kalbe yolculuk olması. Tekrar bunu öğrendiğimizde , kızgınlıklar, küskünlükler sonucu kapattığımız kalbimizi tekrar sevgiye açtığımızda ve yaratımlarımızı kalpten yaptığımızda bizim doğum hakkımız olan kaliteli yaşama sahip olacağız. Evet inanılır gibi değil ama kaliteli yaşam bizim doğum hakkımız, hiç birimiz bu dünyaya çile çekmeye gelmedik. Kalbimizi tekrar hatırladığımızda ve orada sadece ve sadece sevgiyi barındırdığımızda bu dünyayı cennete çevireceğiz. Doğum hakkımız olan kaliteli yaşama kavuşacağız. Ben yaşamı daha kaliteli yaşamayı hak ediyorum sizlerde öyle. Kalpten yaratımlarımızın çoğaldığı anlar olması dileğiyle.

Sevgi, nefes, ışık ve aşkla..

Merkaba - Aydınlanan Kalbin Uyanışı





İkizlerime rağmen katılabildiğim çok güzel bir eğitimdi. Dönüp bakınca nasıl gidebildiğime bile şaşırıyorum. Bütün koşullar oluştu ve ben kendimi eğitimde buldum. Bazı eğitimler vardır, siz farkında olmasanız da zamanı geldiğinde tüm şartlar birleşir ve kendinizi orada buluverirsiniz. Orada olmanız gerekiyordur ve nasıl olduğunu anlamadan bazen eğitimin içeriğini bile araştırmaya fırsat olmadan ya da hiç o konuda bilgi sahibi olmadan, kendinizi eğitimde bulursunuz. Bana da öyle oldu, içeriğini bile bilmeden gittim, sadece o eğitime gitmeliyim düşüncesi vardı kafamda. İyi ki yapmışım.

Öncelikle Merkaba’nın ne demek olduğu ile başlayalım ve neler yaptık, neler öğrendim tek tek paylaşalım. Merkaba’da Mer=Işık  Ka= Ruh ve Bah= Beden anlamındadır. Eğitimde amacımız Işık bedenimizi aktive etmekti. Aslında en çok da unuttuklarımızı hatırlama eğitimiydi. Bu dünyaya gelirken deneyimlemek istediğimiz şeyleri ve deneyimleri yaşayacağım ruh ailemizi de seçip geliyoruz. Doğum anında ise tüm bildiklerimiz bize unutturuluyor, bu tekamülün bir parçası. Bu dünyadaki görevimiz ne, neyi deneyimlemeye geliyoruz amaç onları hatırlamaktı. Çünkü bunun farkına varmaz ve ruhsal amacımızı bulmazsak tekrar tekrar bedenleniyoruz. Aslında çok eski ruhlarız, eğitim bize unuttuklarımızı hatırlattı. Eğitimden sonra da çocuklarıma ninni diye söylemeye başladığım şey; buraya hatırlamaya geldik, kim olduğumuzu hatırlamaya, verdiğimiz sözü hatırlamaya, istiyorum ki kulaklarına kar suyu kaçsın ve yaşam amaçlarını bizden daha erken keşfedebilsinler. Eğitmenimiz Aygün Kabadayı’ydı ve 5 gün boyunca çok güzel bilgiler paylaştı bizimle. Neler yaptık neler, kapkara özel gözlüklerle beş gün boyunca bol bol meditasyon yaptık ve bizi son güne hazırladırlar. Bu süreçte hep hislerimizi hissetmeyi öğrendik, başka başka alemlere gittik. Sufi dansı denen bir şey deneyimledik ki eskiden bunu dergahlarda her sabah 100 kişi ile yaparlarmış, biz ancak 12 kişiyle yapabildik. Kalbinizi karşınızdakine tamamen açtık ve kalp gözümüzle karşımızdaki insanın içindeki Allahın parçasını, onun tek, esşiz ve mükemmelliğini görmeye çalıştık ve kalbimizi açarak ona sevgi gönderdik. Günümüz insanı kalbini en fazla 12 kişiye açabiliyormuş, daha fazla kişi ile yapsanız da kalp daha fazla açılamıyormuş. Eski insanların kalplerinin genişliğini düşünün ki bu çalışmayı 100 kişi ile yapıyorlarmış. Birde şimdi gelinen noktaya bakın sadece 12 kişi. Deneyimlemesi inanılmazdı. Bunun dışında birlik meditasyonu yaptık, kalbin kutsal mekanına girme meditasyonu yaptık ki geçmiş yaşam kayıtları burada kayıtlı imiş, kalbin minik mekanına girme meditasyonu ve en son da yaratım meditasyonu yaparak ışık bedenimizi aktive ettik. Kalbin minik mekanında iken de kaybetmiş olduğunuz bir yakınınızla iletişime geçmeyi ya da Mevlana, Yunus Emre gibi iletişime geçmek istediğiniz biriyle bağlantı kurmayı deneyimliyorsunuz. Daha önce eğitime gelenlerden de dinlediğim, ışık beden aktivasyonu sonucunda kişinin hayatında köklü değişimler olduğu idi. Bir arkadaş bir yılı 10 yıl gibi yaşadım demişti. Bir sürü değişikliği bir yıla sığdırmıştı. Benim de eğitimden sonraki radikal değişiklerden biri bakıcımın aniden işten ayrılması oldu, ikiz bebeklerim olduğu ve onlara bakıcı bulmak çok zor olduğu için başlangıçta çok sarsıldım ancak sonra gidenden daha iyi bir bakıcı hatta tam da gidende olan eksikleri tamamlayan bir bakıcı hiç aramaya bile başlamadan kolaylıkla hayatımıza girdi, çok şükür.  Farkındalıklarım arttı, bugüne kadar çözümleyemediğim bir sürü konu tekrar gündeme geldi ve karşılaştığım olaylarda hislerime bakmayı ve onları dibine kadar yaşamayı deneyimledim. Acayip bir sakinlik geldi üzerime, gidilecek hiçbir yer yok, yapılacak hiçbir şey yok tarzında bir huzur ve boşluk hissi ile dolaştım hala da o sakinlik devam ediyor. Sanırım hayatımdan telaş çıktı. En önemlisi de benim için bu dünyaya hangi amaç için geldiğimi ve görevimin eğitim sırasında ortaya çıkmasıydı, araftaki ruhlarla ilgili bir görev, neden onu seçtim onu da bilmiyorum, oyunun parçaları tamamlandığında belki daha iyi anlayacağım nedenlerini. Işık beden aktivasyonu sonucunda tekrar bedenlenmeyeceğim ve tekamülümün farklı bir süreçte devam edeceği bilgisi ise benim için eğitimin hem sürprizi hem de hediyesiydi. Bir noktayı belirtmemde fayda var, eğitimin sonunda bazıları o anda bazıları da hayatın içinde yaşarken yaşam amaçlarını ve görevlerini bulabiliyorlar. İlla da eğitimin sonunda bu görevi bulacağız diye de bir kural yok. Değişik ve güzel bir eğitimdi. Eğitimle ilgili ufak bir bilgi daha vermek istiyorum, o da katılımcıların durumu. eğitimde çok fazla meditasyon olduğu için hiç ruhsal süreçten haberi olmayan biri de gelebilir mi diye sorduğumda kişi hiç bir şeyle ilgili değilse ruhsal çözülmelerin eğitim sırasında daha kolay olduğunu, bizim gibi süreçten haberdar insanların daha zor duygularını bıraktıklarını öğrendim. Yine de bol meditasyonlu bir eğitim olduğunu belirtmemde fayda var, gittiğinizde şaşırmayasınız. Eğitim içinde sahip olduğum ve kendi ruhsal yolculuğumda çözümlediğim bir sürü konuyu da kısa kısa diğer yazılarımda paylaşacağım. Eğitimin içeriği ve eğitmenle ilgili daha detaylı bilgiyi aşağıdaki linkte bulabilirsiniz.

Sevgi,nefes,ışık ve aşkla

http://aygunsolara.com/kategori/egitim/?date=after

Duyguları Hissetmek


Öncelikle aylardır yazamamamın sebebi 24.04.2015 de ikizlerim Ayşe Melisa ve Işıl'ın dünyaya gelmesi ve benim kendimi yeni bir sürecin içinde bulmamdır. Bu iki güzel hediye için önce kendime ve emeğime sonra eşime sonra doktorlarım Sn. Halit Fırat Erden ve Murat Berksoy’a ,beni bu zorlu süreçte destekleriyle yalnız bırakmayan aileme ve arkadaşlarıma sonsuz teşekkür ediyorum. Dünyanın en güzel iki hediyesine sahibim ve onlar da benim bu dünyadaki yansımam aslında. İlk aylarda biri hep gülerken diğeri hep ağlıyordu, ne zamanki onların benim içimde kimsenin görmediği gülen ve ağlayan yanlarım olduğunu fark ettim, hayat dengelendi ve şimdi ikisi de hep gülüyorlar çok şükür. En büyük öğretmenlerde çocuklarımızmış aslında yeni öğreniyorum. Şimdi 8.5 aylık oldular ve işime ve yazılarıma dönebildim. Bu süreçte sadece nefes seanslarına gidebildim, çocuklardan kaçıp bir de Merkaba eğitimi sıkıştırdım araya o kadar. Şimdi de sıra fark ettiklerimi sizlerle paylaşmakta.

2016 yılıyla birlikte Altınçağa geçtik ve şimdi devir duygularımıza sahip çıkma devri . Şimdiye kadar geçiştirdiğimiz, hisseder gibi olduğumuzda konuyu değiştirip üstünü kapattığımız duygularımız, acımız, kederimiz, kendimizi değersiz hissetmemiz, sevilmediğimizi düşünmemiz, hak ettiğimizi alamadığımız gibi hislerimizi erteleye erteleye bugüne kadar geldik. Ancak bugünden sonra kaçış yok, artık enerjiler üstümüze üstümüze gelip bunları bize dibine kadar yaşatacak. Acımızı gerekirse gözümüze sokacak ve acınla yüzleş, acının sorumluluğunu al, onu dibine kadar yaşa ve ondan beslen ve büyü, öğren diyecek bize. Kendimizin en kuytu yanlarıyla yüzleştirecek bizi. Mutsuzken mutlu pozu veren yanımızla mesela, Merkaba – Aydınlanan Kalbin Uyanışı eğitimi aldığımda eğitmenimiz Aygün Kabadayı’yadan öğrendiğim ve beni hayrete düşüren hatta bu kadar kendimle çalışma yaptım, hiç bu açıdan düşünmemiştim dediğim bir uyanış yaşamıştım. Demişti ki ben yüzümdeki mimik kasımla, süre yalan olmasın, 3 ay çalıştım demişti. Nasıl olur da ben mutsuzken benim emrimde olan bir kas, dudağımda ve benim emrime bağlı benden komut bekleyen bir kas güler. Bu nasıl bir yalandır, kendime ve çevreme söylediğim. Sonra acımın sorumluluğunu aldım ve her mutsuz olduğumda yüzümün şekline baktım gerçekten mutlu mu mutsuz bir görüntümü sergiliyor. Gönül rahatlığıyla mutsuzluğumu, kimse ne der diye gizlemeden saklamadan, mutluluk rolü oynamadan yaşayabiliyor muyum diye. Siz acınızı, öfkenizi, sevincinizi doyasıya yaşadığınızda, duygunuza sahip çıktığınızda, o duygu geçip gidiyor, o duyguya bağlı kalmıyorsunuz. Yani, en fazla ne kadar öfkeli kalabilirsin, o öfkeyi dibine kadar hissettiğinde bir süre sonra öfkenin kendiliğinden ortadan kalktığını görüyorsunuz. Öfke enerjisini belli bir süre kendinde tutabiliyorsun, belli bir süre sonra zaten sen istemesen bile o senden gidiyor. Enerjin değişiyor. O nedenle hissettiğin her ne ise ona sahip çık ve o hisle bir süre kal, sonra o hissi imgesel olarak vücudundan toprağa akıt, o hisse teşekkür et ve sor, bunun hediyesi ne diye, ne öğrenmem gerekiyor bu olaydan ya da bu yaşanandan, kızdığım bu insan benim hangi yanımı temsil ediyor diye sor, sorduğunda ve sessiz kaldığında zaten sana her şeyi bilen bilge yanından cevap gelecektir, cevabı bulduğunda da zaten sen aynı insan olmuyorsun, değişiyorsun, büyüyorsun ve bu farkındalığında sana hayatta güzel sürprizleri oluyor. O zaman işte hayat bir oyuna dönüşüyor ve sen hep puzzle ın bir parçasını daha tamamlayarak tekamülüne devam ediyorsun. Hayat işkence olmaktan çıkıp, eğlenceli bir oyun oluyor. Yaşadığın ve sahip çıktığın her his seni yüceltiyor, değiştiriyor, geliştiriyor. Öyle olunca da işte Mevlana’nın dediği gibi hiçbir gün bir öncekinin aynı olmuyor ve sen hiçbir gün bir önceki gün ki sen olmuyorsun. Zaman değişim ve dönüşüm zamanı, bu da ancak kendimize samimi olmakla başlıyor, ne hissediyorsak onu yaşayabilmek dileğiyle, kolaylıkla, rahatlıkla ve sağlıkla olsun inşallah.

Sevgi, nefes, ışık ve aşkla…